15 Şubat 2013 Cuma

Ölümü Hatırlamak..

Hayirli Cum'alar cümleten..
Sizinle bir düşüncemi paylaşmak istedim hem Cuma vakti, hakikatleri düşünmek güzel olur hem de kendimizi sorgular güzel şeyler yaparız,niyet ederiz inşAllah (:
Sakaryada gokart kazasinda ölen kizi duymussunuzdur.Bir tuhaf olmuştum okuyunca, daha 5dk öncesine eglence icin gokarta gidiyorlardi.Allah rahmet eylesin. Bu misali vermemdeki sebep guncel olması ve bir gencin yasamis oldugu hadise, hep deriz ya "Daha gencsin hayatini yasa sonra ibadetlerini yaparsin " vs. hatta ibadet kısmını demiyoruz bile. O kız da gencti,o da universite ogrencisiydi.Ustelik sagligida yerindeydi. Kardesler, bunda ders alinacak öyle seyler var ki..
Peki siz 1dk,1saat sonra ölmeyeceginizin garantisini verebiliyor musunuz? peki ya öldükten sonra, hesaba cekilirken ne olacak? ben soyliyim; keske gunah işlemeyeseydim, keşke günahlarimdan tovbe etseydim keske ibadetlerimi yapsaydim,beni dunyaya gonderin bunlari duzeltiyimm diyip pisman olacagiz,AMA bir dönüşü olmadigini o zaman anlayacagiz. Düşünsenize sevap ve günahlarınız kadar artık sevaplarınızı artıramayacaksınız, tövbe edemeyeceksiniz..Simdi düşünün; orada pisman olmak mi istersiniz yoksa dünyadayken bunlari yapip huzur icinde olmak mi?
Kardeşler kendimizi kandırmayalım lütfen gencim,sağlıklıyım daha erken,kalbim temiz vs..ve dünyadayken tercihimizi yapalım inşaAllah, bazı şeyler icin cok gec kalabiliriz..Duamdasınız.
Allah hepimize hakikatleri yaşamayı ve hayırlı bir kul,arkadaş,evlat, eş, dost olabilmeyi ve hayırlı ölümü nasip etsin..Amin.
"En hayırlı genç odur ki;
İhtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak,gençlik hevesatına(heveslerine) esir olmayıp gaflette(günahlı eğlencelerde) boğulmayandır." Mektubat

Sizinle bir düşüncemi paylaşmak istedim hem Cuma vakti, hakikatleri düşünmek güzel olur hem de kendimizi sorgular güzel şeyler yaparız,niyet ederiz inşAllah (:
Sakaryada gokart kazasinda ölen kizi duymussunuzdur.Bir tuhaf olmuştum okuyunca, daha 5dk öncesine eglence icin gokarta gidiyorlardi.Allah rahmet eylesin. Bu misali vermemdeki sebep guncel olması ve bir gencin yasamis oldugu hadise, hep deriz ya "Daha gencsin hayatini yasa sonra ibadetlerini yaparsin " vs. hatta ibadet kısmını demiyoruz bile. O kız da gencti,o da universite ogrencisiydi.Ustelik sagligida yerindeydi. Kardesler, bunda ders alinacak öyle seyler var ki..
Peki siz 1dk,1saat sonra ölmeyeceginizin garantisini verebiliyor musunuz? peki ya öldükten sonra, hesaba cekilirken ne olacak? ben soyliyim; keske gunah işlemeyeseydim, keşke günahlarimdan tovbe etseydim keske ibadetlerimi yapsaydim,beni dunyaya gonderin bunlari duzeltiyimm diyip pisman olacagiz,AMA bir dönüşü olmadigini o zaman anlayacagiz. Düşünsenize sevap ve günahlarınız kadar artık sevaplarınızı artıramayacaksınız, tövbe edemeyeceksiniz..Simdi düşünün; orada pisman olmak mi istersiniz yoksa dünyadayken bunlari yapip huzur icinde olmak mi?
Kardeşler kendimizi kandırmayalım lütfen gencim,sağlıklıyım daha erken,kalbim temiz vs..ve dünyadayken tercihimizi yapalım inşaAllah, bazı şeyler icin cok gec kalabiliriz..Duamdasınız.
Allah hepimize hakikatleri yaşamayı ve hayırlı bir kul,arkadaş,evlat, eş, dost olabilmeyi ve hayırlı ölümü nasip etsin..Amin.
"En hayırlı genç odur ki;
İhtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak,gençlik hevesatına(heveslerine) esir olmayıp gaflette(günahlı eğlencelerde) boğulmayandır." Mektubat

7 Kasım 2012 Çarşamba

Nerede Hata Yapıyoruz?


"İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız." 
Hadis-i Şerif - Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.

My name is Khan'ı izledim. 11 eylül olayını anlatıyor, Amerika'da oluşan müslüman karşıtlığını.Orada çok güzel noktalara da değinmişler,izlemenizi öneririm.

Biz müslümanlar nerede hata yapıyoruz? Neden kendi aramızda bu kadar çatışma var, neden cemaatler birbirine laf atma çabasında, daha doğrusu cemaatler demek yanlış olur genelleme yapmamalı ve biz bunu çok yapıyoruz!!! Doktorların hatası tıp bilimine nasıl ki mal edilemiyorsa Müslümanların yanlışı da İslam'a mal edilemez..

Çünkü biz İslamı anlayamadık, hoşgörü dini olduğunu, kardeşlik ve barış dini olduğunu.. En çok da hoşgörü de takıldık bence..

Bir şey diyeyim mi,medyada Serra Yılmaz çalkantısını duymuşsunuzdur. Örtülüler için kötü laf kullanmış, peki bizler naptık?? Onun fotoğraflarını şopladık hayvana benzettik, tipiyle dalga geçtik, peki Peygamber Efendimiz(sav) ne demişti; " Sana taş atana,sen gül at." bizse taşa karşılık kaya attık,bu muydu müslümanlık..?? Üstelik fotoğraflarını hayvana benzetenlere soruyorum; Onu da Allah(c.c) yaratmadı mı? Allah'ın yarattığıyla dalga geçmek ne haddinize!!! Biliriz, insan Allah'ın emirlerine ters hareket ettikçe hayvandan daha alçak duruma bile düşebilir ama bunu karikatürize etmek yanlıştır..

  • Yani demem o ki; İslam dünyasındaki bu ayrılıklar veya İslamın çok da mükemmel olmadığını düşündürten davranışlarımız sadece İslam'ı, Peygamber Efendimiz(sav)'i, sahabeleri tam anlayamadığımızdan..

Peygamber Efendimiz(sav) müslüman olmayanlarla bile sohbet ederken onları insan yerine koyarken, bizler müslüman kardeşimize bile düşmanlık besleyebiliyoruz çünkü anlayamıyoruz..

Hoşgörüye değinmek istiyorum bu noktada çok eksiğimiz olduğunu düşünüyorum, neden mi? Çünkü kendimden ve etraftaki gözlemlerinden..Şöyle ki ben de ilk başlarda başörtülü kızların daha dikkatli giyinmesi, dar giymemeye vs.özen göstermesi taraftarıydım(hala öyleyim) ama farkettim ki o kızlara(tam tanımadıklarıma) gıcık olmaya başlamışım, şuna bak hiç başörtülü bayana yakışıyor mu falan diye. Sonra düşündüm ya Büşra sen kimsin? Senin hatan yok mu, sen önce kendine bak ve Mevlana'nın "Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol." sözünü düstur edindim ve öyle düşünmeye başladım.Sonradan da önceden gıcık olduğum kardeşlere artık muhabbetle yaklaştım hem o zaman samimiyetin arttığından söylediklerin de dikkate alınıyor.Yani gıcık olduğum zamanlar mesela o kişilerle konuşsam bile samimi olamazdım ve karşıdaki de hissederdi, o zaman ben doğruları söylesem de o anlamak istemezdi ama şimdi muhabbet dolu oluyorsun,dediklerin yanlış anlaşılmıyor hatta dikkate alınıyor ve bu sayede tebliğ de kolaylaşıyor :)

Baskı kötüdür, hoşgörünün zıttıdır. Ve baskı her kesimde mevcuttur;çoğu insanların mini etek giyenlere, etek giyen kapalıların pantolon giyene, pardesü giyenin etek giyene, ferace giyenin pardesü giyene, tek renk eşarp takanın çok renk takana vs. bir baskısı olabiliyor, ama kesinlikle olmamalı!!! Kardeşler bizim düsturumuz her zaman kendinde kusur aramak, kimse kimsenin amellerini bilemez, yalnız Allah(c.c) bilir,bunu unutmayalım..

Bazıları diyebilir yanlışlarını hiç mi söylemeyeceğiz? Tabiki sevdiklerimizin Cennet'e gitmesini istediğimizden onlara güzel olan şeyleri söylemeliyiz ama güzel bir üslupla. Kırıcı veya illa bunu yapacaksın! tarzında değil. Bizim sorumluluğumuz çevremizdekilere hakikatlerden bahsetmek,onları çevirmeye çalışmak değil! Biz anlatırız onlar uygular,yaşar yaşamaz biz karışamayız, O Allah(c.c)'ın işidir. Peygamber Efendimiz(sav) bile herkesi müslüman yapamamıştır ki biz nasıl karşımızdaki herkesin tastamam olmasını bekleyebiliriz?

Kısaca eğer biz, mini etekli,şortlu, başörtülü,pardesülü,çarşaflı vs. diye kategorize etmek yerine hepimiz kardeşlik çatısı altında birleşebilirsek işte o zaman herşey kolaylaşacak ve güzelleşecektir. Hepimizin dini İslam, Peygamberimiz Hz.Muhammed(sav), Kitabımız Kur'an-ı Kerim, bu kadar bir lerimiz yanında neden biz de Tek vücut(kardeş) olmayalım? 

Tüm kardeşlerimizin İslam çatısı altında birleşmesi ve muhabbet etmesi duasıyla..

* Allah’'ın kıyamet gününde insanını ayıplarını örtmesi için… kötülüklerin yayılmaması, örnek olmaması için… Toplumda kin ve düşmanlık tohumlarının yeşermesin. Gece nasıl karartırsa her şeyi sen de karart kusurları ve başkalarının günahlarını… Gece gibi ol!
* Varlığın özü sevgidir. Herkesi ve her şeyi sevmelidir insan. Allah’'ın bütün yarattıklarını… İncitme hiç kimseyi ve hiçbir varlığı… Ölü gibi ol!
* İnsan kendini bilmelidir. Kendini bilmenin zirvesi de hoşgörüdür. Hoşgörülü olmazsan sevemezsin. Aç gördüysen doyur, çıplak gördüysen giydir, ağlattığın varsa güldür, yıktığın varsa yap. Kalbinde bir deniz olsun adı: Hoşgörü… Deniz gibi ol.
* Başkalarına saygı göstermeli insan. Bu kendine saygının başka bir şekli. Diğerlerini küçük görmemeli, kibirlenmemeli. O kutlu elçi de buyurmuş ki: “Her kim Allah için alçak gönüllülük yaparsa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir.” Kim ki Allah katında derecesini yükseltmek ister toprak gibi olmalıdır.
Hz.Mevlana 




5 Kasım 2012 Pazartesi

Evlilerin veya Evlilerin okuması gereken bir yazı



Evlilerin veya evliliği düşünenlerin özellikle bayanların okumasının gerekli olduğu ve çok önemli noktalara değindiği mükemmel bir yazı:

Erkekler mi Yapmıyor Kadınlar mı Bırakmıyor?

Geçenlerde notere gitmiştim; ben beklerken sırası gelen elli yaşlarında bir karı koca işlem yapan memurun yanına gittiler. Kadın yanında ayakta duran kocasını az ilerdeki koltuğu doğru iteledi ve adamın iki omzuna hızla bastırarak kocasını oradaki koltuğa zınk diye oturttu. “Sen otur Ahmedim, ben hallederim.” dedi. (İri yarı kemikli bir kadındı, gerçi kocası da onun boylarındaydı fakat gücü yetti.) Adam biraz şaşırsa da oturduğu yerden kalkmadı.
Sonra kadın elindeki evrakları memura gösterdi, işlemleri yaptırdı en son adamın imza atmasına gelince kocası imzayı attı. Şimdi bu kadına sorsan büyük ihtimal kocasını sümsük ve beceriksiz buluyordur.
Kadınlara bakarsanız erkekler sorumsuz ve tembel. Her şeye kadın yetişmek zorunda kalıyor. Sorumsuz ve tembel erkekler elbette var; genellikle anneciği tarafından el bebek gül bebek yetiştirilmiş, evlenene kadar bir tek fatura yatırmamış, mutfak alışverişi yapmamış, o bilmez o anlamaz denildiği için tembelliğe alışmış.

Fakat bütün erkekler de böyle yetişmiyor tabii ki. Sorumluluk alarak büyüyen erkeklerin karısı da şikayetçi kocasının sorumsuzluğundan. Karısına bakarsanız kocası annesinin her işine koşuyor ama kendi evinde bütün yükü karısına bırakıyor. Neden? Karısı bir türlü bir şey beğenmediği için olabilir mi?

Bir kadınla konuştuk geçenlerde; ciddi bir hastalığı varmış, her gün bir merhemin sırtına ovularak sürülmesi gerekiyormuş. “Eşim yapmıyor.” dedi nemli gözlerle. Feminist zamanlarımda olsaydım “Kaba, vicdansız, duygusuz herif…” diye söylenirdim. “Hiç mi yapmıyor? diye sordum. “Eskiden yapıyordu fakat şimdilerde hiç yapmıyor.” dedi. “Neden acaba? Yaptığı masajları beğenmiyor muydunuz? ” dedim. “Evet hiç güzel yapamıyordu, ‘Olmuyor, annem ve kız kardeşlerim çok güzel yapıyorlar onlar gibi yap’ diye kaç kez tarif ettim ama tümden yapmayı bıraktı.” dedi. “Keşke olmuyor, yapamıyorsun demek yerine ‘Ellerine sağlık canım, şu tarafı güzel ovdun, şu tarafa biraz daha merhem sürüp o güçlü ellerinle omzumu incitmeden biraz daha ovabilir misin?’ gibi onu teşvik edici cümleler kursaydınız büyük ihtimalle size her gün seve seve masaj yapacaktı.’ dedim.
Siz eşinizin yaptığı işi beğenmeyip, eleştirir, aşağılarsanız nasıl olur da onun o işi hevesle yapmasını bekleyebilirsiniz?
Kocasının mutfak alışverişi yapmadığından şikayetçi hanımlar var. Neden erkekler evi için alışverişi yapmayı sevmiyorlar? “Domates ölmüş ağlayanı yok, bu benim kullandığım deterjan değil, bu pirinç baldo değil, limonlar kuru çıktı, eti yağlı almışsın… gibi şeyler söylediğiniz için kocanız evinizin ihtiyaçlarını almaktan kaçıyor olabilir mi?

Aldıklarını beğenmiyorsanız bile belli etmeyin ki alma hevesleri kaçmasın, o domateste öyle olsun, bu kez de bu deterjanı kullanın, bırakın ortalık biraz dağılsın. Alışverişe devam ederse o da öğrenir merak etmeyin. Bir süre müdahale edip söylenmeyin yeter. Bir de aldıklarına kötü kötü bakmayın, yüzünüzü asmayın, olumsuz mesaj vermeyin.
Hanımlar genelde erkeklerin mutfakta yardımcı olmadığından şikayetçidirler fakat çoğu kocasını mutfaktan kendisi kaçırmıştır. “Bir salata yaptın her tarafı dağıttın, çorbanın suyunu fazla koymuşsun, aman aman senin yardımın eksik olsun, ben yaparım.” deyip sonra da şikayet etmenin bir mantığı yok. O bir erkek bir kadın kadar temiz ve titiz olmasını beklememek gerek.

Çocuğu babasına güvenmeyen kadınlar var. Adam çocuğu ile markete gidecek kadın on kez tembihliyor, çocuğa dikkat et. Parka götürecek yine yüz adet tembih. Sallarken yavaş salla, terlerse üzerini değiştir, acıkırsa bir şey al yedir…Ya bu adam geri zekalı değilse, çocuğunda dilsiz değilse senin bunları söylemene gerek yok. Çocuk hızlı sallandığında korktuğunu, midesi alarm verdiğinde de acıktığını babasına söyleyecektir. Kadın bu kadar tembih ettiğinde erkeğin çocukla ilgilenme isteği de azalır. Birazcık güven, rahat ol, o onun da çocuğu.
Teşvik ve takdir kadınlar için de kıymetlidir fakat erkekler için arabanın benzini gibidir, nasıl benzin olmadan araba gitmiyorsa erkekler de yaptıkları iş takdir edilmiyorsa yapmayı hemen bırakırlar. Kadınlar takdir olmasa da yapması gerekenleri yaparlar fakat erkekler genellikle bırakırlar. Kimin ne dediğini de pek umursamazlar.

Kadınlar için iltifat önemlidir, erkek için yaptığı işin takdir edilmesi daha önemlidir.
Bir kadın kocasına “çok yakışıklısın” derse mi yoksa “çok iyi bir kocasın” derse mi erkek daha mutlu olur? Kadın ise çok becerikli bir kadın olduğunu duymaktan ziyade, güzel olduğunu, kocası tarafından beğenildiğini, o elbisenin ona ne kadar çok yakıştığını, güzel gülümsediğini, gözlerinin renginin ne kadar güzel olduğunu falan duymak daha çok mutlu eder. Tabii ki kadınlar da yaptıkları işlerin takdir edilmesini beklerler o ayrı fakat tercih konusunda kendilerine yapılacak bir iltifatı, yaptıkları işe yapılacak takdire tercih ederler.

Bu yüzdendir ki erkekler hanımlarına iltifatı bolca yapsınlar, kadınlar da eşlerini çokça takdir etmeyi unutmasınlar. Takdir yerine eleştiri yapan hanımlar da boş yere kocalarının sorumsuzluğundan, yardım etmeyişinden şikayet etmesinler. Daha rahat olmayı ve takdir etmeyi denesinler.

|Sema Maraşlı

1 Kasım 2012 Perşembe

Anne Hakkı


Yine okuduğum ve beğendiğim bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Bugün Rabbim nasip etti de huzurevine gittim. Yaşlı teyzelerle muhabbet ettik, maşAllah o kadar tatlılardı ki hiç yanlarından ayrılasım gelmedi ama çoğunun gözünde hüzün vardı,bir de biri gelince parlayan.. Bir tanesi daha yeni gelmişti, öz kızı tarafından huzurevine verilmiş, biraz üzgündü, dedi:"Kızım biz onları bu yaşa getirmedik mi?" hafif bir yakınma sonrasında "Olsun Rabbim onu da Cennet'ine koysun inşallah 6 ay baktı bana" dedi, o zaman anladım Cennet'in neden annelerin ayakları altında olduğunu. Hepsi torunlarından,oğullarından,kızlarından arada ziyaretlerinden memnun şekilde bahsediyorlardı gözleri parlıyordu, ben de sevinmiştim iyi evlatlarmış demek teyzeler istedi buraya gelmeyi diye. Ama durum öyle değilmiş :( 
Başka bir kardeş anlattı; Bir gün konusu açılmış, niye geldikleri vs.hakkında. Ve hepsi bir an gaza gelip birazda dertleşme babında, üzgün bir şekilde dile getirmişler; " Anne bana çok yük oluyorsun artık seni çekemiyorum huzur evine git rahatlıyalım." "Anne param bize anca yetiyor bir de sen eklenme." " Anne durumlar ortada,gelinin seni istemiyor huzur bozulmasın huzur evine git." gibi sözler ve bunlar hafif olanlarıymış.. Yani hiçbiri huzurevine gitmeyi kendi istememiş, hatta birisinin oğlu Annesinin emeklisini alıyormuş da huzurevinin ücretsiz bölümünde kalıyormuş teyze.Paranı neden veriyorsun teyze dediğindeyse "Olsun kızım canı sağolsun" demiş o Mübarek ANNE. 
Demesi kolay, inşallah Rabbim ailesine hayırlı bir evlat olan ve onlara sonuna kadar bakabilme gücü,sabrı ihsan etsin. Hepsi de aslında yürüyebilen,bakıma bile muhtaçları olmayan teyzelerdi,yük olacak durumları yoktu bile de.. Dua edelim kardeşler, Annemize,Babamıza, Yaşlı teyzelere ve onların kıymetini hiçbir zaman 
unutmayalım. Ailesinden sıkılan çok tanıdığım var, ne olur şeytana uymayın, bizleri bu günlere getiren CENNET ehli Anne-Babalarımıza iyi davranalım, Allah öyle bir evlat olabilmeyi cümlemize nasip etsin. Uzattıysam affola, ben oradaki atmosferi görüp çok etkilendim, inşallah durumunuz olursa huzur evlerini ziyaret etmenizi öneririm, dünyanın geçiciliğini bir kez daha hatırlıyorsunuz.. Ve yazıyı paylaşıyorum;


Annenin hizmete ihtiyacı var
İki kardeş vardı. Yatalak annelerine bir gece biri, diğer gece öteki bakacaktı. Öyle anlaşmışlardı. Abid olan nafile ibadete çok düşkündü, sabaha kadar ibadet ederdi. Bunun için, kardeşine, (Bugün de anneme sen
hizmete devam et, ben de yine ibadet edeyim) derdi. Annesine bakma sırası hiç ona gelmezdi. Kardeşi, onun da sevap kazanması için abid olan kardeşine, bazen (Bugün sıra sende) derdi. Bu abid genç, rica eder, sabaha kadar ibadetle meşgul olurdu. Yine bir gece sabaha kadar yaptığı ibadetten duyduğu hazdan dolayı kardeşine, her zaman olduğu gibi sırayı bozarak, (Bu gece de bana izin ver ibadet edeyim) dedi. Kardeşi kabul edip annesine hizmete gidince, bu ibadet etmeye koyuldu. Bir ara uyuya kaldı ve bir rüya gördü. Rüyasında nurani yüzlü bir zat buna dedi ki:
- Kardeşin affedildi.
Genç merakla sordu:
- Ben niye affedilmedim?
- Sen de affedildin ama, kardeşinin yüzünden affedildin.
- Ben Allahü teâlâya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat benim onun yüzünden affedilmemin hikmeti nedir?
O zat dedi ki:
- Allahü teâlâ size nafile ibadeti farz kılmadı, ama ana babaya iyiliği hizmeti farz kıldı. Üstelik annenin hizmete ihtiyacı var. Kardeşin emre uyduğu için kazandı ve yükseldi. Onun sayesinde sen de affedildin....

29 Ekim 2012 Pazartesi

Kalpleri Evirip Çeviren O'dur.

Müthiş bir yazısı Mustafa ULUSOY'un. Kesinlikle herkes okumalı. Bu hataya,düşünceye düşüp kendimizi üzebiliyoruz çoğu zaman.

Birini kendine âşık etmek

O bildik hikâye. Âşık olmuş, gönlünü kaptırıvermiş birine. Hayat “o” olmuş artık. Varsa da yoksa “o”. Sabah akşam “o”.  Hakkında konuşmak istediği tek konu “o”.
“Nasıl oldu?” diye soracağım tutuyor. Sorunun önemine kendim de inanmadan, aslında cevabını en çok bildiğim bir şeyi soruyorum, bile bile. Sanki âşık olmanın “nasılı” varmış gibi.
Ellerini iki yana açarak, “Oldu işte,” diyor. “Ben de bilmiyorum. Göz göre göre âşık oldum.” Bir kibrit çakar gibi aniden, birden def’i bir şekilde gelişmiş her şey. Bir an gelmiş, artık sadece onu düşünür bulmuş kendini. Cevabında öyle gizemli, sıra dışı bir yan yok. Tahmin ettiğim şeyi söyledi. Ya ilk görüşte âşık olur insan; ya da adım adım, göre göre ama nihayetinde yine ani ve def’i bir şekilde.
Yok, sıradan bir cevap gibi göründüğüne aldanmayın. Ben de aldandım gerçi ilk anda. Öyle bir şey söyledi ki, vakti gelip de idrak ettiğimde, zihnimde bir şimşek çaktıracak, karanlık bir noktayı aydınlatacaktı sözündeki bir ayrıntı.
Bir kutu mendilin neredeyse yarısını bitirdi. “Hepsini kullanma, başkalarını da düşün,” diyorum. Hem ağlıyor hem gülümsüyor. “Güzel işte âşık olmuşsun. Birini seviyorsun. Gönlünü kaptırdın ona. Bunda ağlayacak ne var ki?” diye yarı takılarak soruyorum. Yok, sen beni hiç anlamıyorsun, der gibi bakıyor yüzüme.
“O beni sevmiyor ama.”
“Sevmesin, ne olacak ki, sen onu seviyorsun ya, yetmez mi?” diyorum üzerine giderek. Gıcık bir cümle olduğunun farkındayım. Ortamı biraz germek istiyorum nedense?
“İnsan sevilmek istiyor ama. Benim de sevilmeye ihtiyacım var.”
Doğru söze ne denir? İnsanın sevilmeye ihtiyacı var. İşin aslına bakılırsa canlı cansız her varlık sevilmek istiyor ama insanınki bir başka.
“Çok kızgınım,” derken sesinde kızgınlığın titreşimi hissediliyor. Kime kızgın acaba, ona mı kendine mi? Kendine niye kızgın olsun ki, elbette ona kızgın olacak. O beni sevmiyor, dedi ya. Yine de soruyorum.
“Kime çok kızgınsın?”
“Kendime tabii ki.”
“Tabii ki”yi öyle bir tonda söylüyor ki, bu soruyu sorarak ayıp etmişim sanki. Bu soru da sorulur mu şimdi dercesine. Oysa iyi ki sormuşum. Yoksa ben ona kızgın olacağını sanıp yaşadığı karmaşanın esasını kaçırmış olacaktım.
“Kendine kızgınsın, çünkü...” Çok sevdiğim bir teknik bu. Cümle tamamlama testi gibi. Cümlenin sonunu karşıdaki tamamladığında kendiyle ilgili çok önemli bir bilgi vermiş olacak.
“Kendime niye kızgın olmayayım ki, siz olsaydınız kendinize kızıp suçlamaz mıydınız? Onu kendime bir türlü âşık edemedim.”
Soru okkalı. Biraz düşünüyorum ama uygun bir cevap gelmiyor aklıma. Madem öyle ben de soruya soruyla karşılık veririm. “Onu kendine âşık edememek kendinle ilgili ne hissettiriyor sana?”
Şimdi de düşünme sırası onda. “Çok yetersiz olduğumu hissettiriyor. Kendimi sevdirmeyi beceremedim bir türlü. Bu yüzden kendimi çok suçluyorum. Bazı arkadaşlarım başarıyor bunu ama. Âşık olduklarını etkileyip sevdiriyorlar kendilerini.”
İşte bu kötü oldu, başka arkadaşlarının bunu başardığını sanması yani. Öyle bir şey söylemeliyim ki, bu onu ikna etmeli. Başım çatlayacak neredeyse zihnimin kıvrımlarında ona söyleyeceğim şeyi aramaktan.. İşte tam o anda masada kimin koyduğunu bilemediğim kibrit kutusu çarpıyor gözüme. Konuşmasının başında, “Kibrit çakar gibi bağlandım ona,” dememiş miydi o da?
“Şu kalemi kibrit kutusunun kavına sürterek yakar mısın?”
“Kalem yanmaz ki,” diyor, bir yandan da ne ne yaptığımı anlamaya çalışıyor yüzümü inceleyerek.
“Bir kalemi yakamadın ne kadar beceriksizsin diye kendine kızıp suçlamazsın yani?” Başını oynatmadan gözleriyle evet diyor. Kutudan bir kibrit çöpü çıkarıp yakmasını istiyorum. İsteksizce uzanıyor kibrit kutusuna. “Lütfen, gerçekten yapmanı istiyorum,” diyorum. Kibrit çöpü kolayca alev alıyor.
“Muhteşem bir iş başardım, bravo bana, der misin kendine şimdi?” diye soruyorum.
“Bunun neresi muhteşem yahu, kibrit çöpünü kutunun zımparalı kenarına sürttüm, o kadar, herkes yapabilir bunu.”
“O zaman ne demek istediğimi anladın.”
Evet anlamında başını sallayarak konuşmaya katılıyor. “Yani âşık olduğum çocuk demir metal gibi, ne yaparsam yapayım ateş almayacak, öyle mi?”
“Evet öyle. Ne yaparsak yapalım birini kendimize âşık etme gücümüz, kudretimiz yok. İşte bu yüzden, birisini niye kendime bağlayamadım demek haddi aşan bir ifade.”
“Ama arkadaşlarımdan yapan var.”
“Hayır, yok. Onların yaptık dedikleriyle senin kibriti yakman arasında fark yok. Kendini düşünsene, âşık olmak için ne yaptın, koca bir hiç. Kendin dedin ya kibrit çakar gibi oldu diye. Birisinin kalbi kibrit çöpünün o kavlı ucu gibi yanma yani âşık olma kıvamına gelmişse, ki bu Mutlak Varlığın iradesiyledir, insan sadece bu sevginin ortaya çıkmasına vesile olabilir. Birisi sana âşık olup sevdiyse bu senin başarın olmadığı gibi âşık olmaması da başarısızlığın değildir.”
“Kalpleri evirip çeviren O’dur yani?”
Evet, bütün mesele budur.

http://www.zaman.com.tr/birini-kendine-âsik-etmek/2007274.html#.UI6aSSjAx6Z.twitter

11 Eylül Yazım



Bugün karakolun önünde canlı bomba saldırısı oldu, duymuşsunuzdur.1 kişi şehit oldu,Allah ailesine sabır ihsan etsin, o şehit hakkında önemli bir bilgi; 5 gün sonra evlenecekmiş ve düğün davetiyesini dağıtmak için oradaymış. Bunun üstüne düşündüm, hangimiz ne zaman öleceğiz biliyor muyuz? Hayatımızı hep gelecek üzerine kuruyoruz, iyi bir üniversite, iyi bir iş, iyi bir kariyer, iyi bir eş vs. Ya bunları yapalım derken hiç ahiretimizi düşündük mü? Sınavlarımız için gözlerimize uyku girmedi,belki sabahladık çoğu gece, peki Allah için ne kadar sabahladık? Sabah namazına kalkmayı üşenirken..hadi onuda geçtim bir günümüzü sadece toplam 1 saat süren namaza ayırmazken.. Sonra da elhamdülillah müslümanım derken, ahirete Cennet ve Cehenneme inanırken,bunları yap/a/mazken..

Üstad ne güzel ifade etmiş;
Otuz birinci ayetin işaratının beyanında, "Onlar ki dünya hayatını seve seve [ahirete] tercih ederler. (İbrahim Sûresi: 3.) bahsinde denilmiş ki: 
Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını bakî elmaslara, bildiği halde, tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. 

Klişe ama hakikati anlayana çok şey ifade eden bir cümle;

"Bugün Allah için ne yaptın? "

Ben düşünüyorum da ortalama yaş 50-60 hadi o kadar yaşadık hadi her günümüz muhteşem deli dolgun,çılgın,paralı, zevk dolu geçti. Sonra? Sonrasını hiç düşünmedik değil mi, çünkü hiç ölmeyecekmişiz gibi geliyor anca yakınımızdan biri öldüğünde gerçeğin farkına varıyoruz ki o da 1 hafta etkisini sürüyor geçiyor. Ebedi bir hayat için 1 saatini(namaz) bile ayırmayan bizler Cennet'i istiyoruz, peki üniversite kazanmak için dünyaya kaç saat ayırıyoruz? en basit bi sınavı geçmek için bile,en az 1 saat.

Ölüm korkunç değildir aslında, ebedi bir hayata başlangıçtır, eğer Allah'a, Peygamber Efendimiz(sav)'e itaat ettiysek(inşallah) Cennette olacağız ebedi ve sevdiklerimizle ve üzüntü diye birşey olmayan bir alem, düşüncesi bile ne güzel:)

Neyse sözün özü ölümü de düşünelim ona göre hareket edelim lütfen, dünyaya çok dalan kardeşlerimi gördükçe(ben de dahil) çok üzülüyorum :( Rabbim gerçekleri görebilmeyi ve O'na layık bir kul ve Efendimiz(sav)' e layık bir ümmet olabilmeyi ve tahkiki imanla ölebilmeyi nasip etsin.. Dua ile..

28 Ekim 2012 Pazar

Allah'a Teslimiyet

   
    İlk önce teslimiyetin kelime manasına bakalım: Teslim olmak, razı olmak,güvenmek,bağlanmak.
Bu konu hakkında birkaç arkadaşla münakaşa yaptık, bazı yazılar okudum ve bu konunun hayatımızın en büyük sorunu olduğunu anladım: "Allah'a teslim olamamak." Ve her sorunun da bu görüşü kavrayamadığımızdan olduğunu düşünmeye başladım.
      Şöyleki; Elhamdülillah Müslümanız(ne kadarı tartışılır), Allah'ın bir olduğuna,var olduğuna, Kader ve Şerrin O'ndan olduğuna inanıyoruz, bunlar islamın şartı zaten. Ama bu düşünceyi ne kadar hayatımıza aksettirebiliyoruz? Mesela başımıza bir musibet geldiğinde bunun Allah'tan geldiğini düşünüp isyan etmeyip üzülmeyip teslim olabiliyor muyuz?
      Şahsen ben hala birşeylere üzülebiliyorum, bu neden böyle diye yakınabiliyorum, başıma birşey geldiğinde Neden benim başıma geliyor diye yakınabiliyorum, peki neden? İman zayıflığından, Allah'a tam teslim olamamaktan. Bir misalle açıklamak istiyorum;
      Mesela bir tarlamız var,yeni ekip biçmişiz. Birden yağmur yağıyor ve tüm ekinler mahvoluyor.O zaman "Aman Allah'ım ne oldu, tüh vah gitti tüm ekinlerim,emeklerim, şu yağmur da tam zamanında yağar" mı deriz yoksa "Bu da Allah'tan, ekinleri ekmemi de,ekinlerin büyümesini de sağlayan Rabbim,kendi irademle hiçbir şey yapamam. O nasıl dilerse öyle olur, bu da benim imtihanım." mı deriz? Ben 1.sini derdim sanırım ama birşeyi unutuyoruz yağmuru yağdıran da Allah(c.c).. Sebeplere takılı kalıyoruz; Yağmur yağmasaydı ekinle mahvolmayacaktı diyoruz, peki nereden biliyoruz? Belki yetişmeyecekti ,belki başka bir olay yüzünden gene mahsül alamayacaktık.
     Biz günlük hayatımızda sebeplere takılı kalmayı çok yapıyoruz bu yüzden üzülüyoruz,anlayamıyoruz hikmetini. Örneğin; Özellikle biz öğrencileri kullandığı  "Çok çalıştım ama geçemedim.Çok çalıştım ve geçtim.. Çalışmadım ama geçtim."  Çok çalışan da geçebiliyor,hiç çalışmayan da. Çünkü çalışmak fiili duadır ve bize düşen bir görevdir. Ama sonucu Rabbim'in işidir, biz çalışacağız ve tevekkül edeceğiz, geçeriz geçemeyiz o Rabbim'in elindedir. 
     Bizse sebeplere bağlı kalıp kendimizi yiyip bitiriyoruz "Çok çalıştım gece gündüz çalıştım gözüme uyku girmedi gene de geçemedim, salak mıyım ben, benim neyim eksik" gibi sözlerle sadece kendimizi üzüyoruz oysa çalışıp gerisini Allah'a bırakmak ve sonuca teslim olmak gerekmez mi? Eğer teslim olabilsek "Allah'ım ben çalıştım ama geçemedim, Sen en iyisini bilirsin, bir dahakine daha çok çalışırım " diyip sonuca razı olsak biz de üzülmeyeceğiz çevremizi de üzmeyeceğiz ve YÜKSEK NOT ALANLARI DA KISKANMAYACAĞIZ :) Bu olay çok yaşanır da..  Haksızlık yüzünden belki de düşük aldık ama gene de isyan etmeyeceğiz, Rabbim görüyor dünya da olmasa da ahirette bu hakkımızı alacağız İnşAllah.
   

Bununla ilgili bir örnek yazacağım; Bir tanıdığımız anlattı,adı Selma diyelim:) üniversite yıllarındayken bir dersin hocası takmış, ne kadar çalışsa da hepsini doğru yapsa da hocası ona düşük veriyormuş. Selmada üzülüyormuş biraz ama bir yandan da herşeyin Allah'tan olduğunu bildiğinden içi rahatmış, tevekkül etmiş Rabbim sen daha iyi bilirsin demiş.Ve 2 dönem de o dersten geçememiş hatta geçme notunun 1 puan altında bırakmış bu olayda biraz daha üzmüş onu hani sadece 1 puancık ya. Sonradan düşünmüş "Amannn niye üzülüyorum, Allah'ım herşeyi bilip gözetendir, bu dünyada alamazsam öbür dünyada alırım hem ebedi dünyadan hak almak daha karlı benim için" demiş ve artık üzülmeme kararı almış. Ertesi sene o hocası gitmiş başka bir hoca giriyormuş ve bu hoca hak hukuk gözeten biriymiş ve 2 dönem dersini de yüksek ortalama ile geçmiş, üstelik geçen sene o dersten geçen en yüksek ortalamalı kişiden bile yüksek ortalama ile. Rabbim demiş, tevekkül ettim ben sana,geçemesem gene üzülmeyecektim belki ahirette bu sayede villam olacaktı:)  
Düşünsenize kaç kişi böyle düşünebilir, düşünebilene ne mutlu. 

Tevekkül edenlerin kazandığı özellikler;

  • Gelecek korkusu taşımaz."Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir."(Bakara Suresi, 268)
  • Hayır ve kötü şeylerin Allah'tan geldiğini bilip sadece ona sığınır ve sonucundan ikna olur.
    "Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip- şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Hadid Suresi, 22-23)
  • Olgun bir karakter kazanır.
  • Sabırlı olmayı öğrenir. Eee sonrada Sabreden derviş muradına ermiş olur:)
    "Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere, dünya hayatında ve şahidlerin (şahidlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz." (Mü'min Suresi, 51)
  • Haksızlığa uğradığını düşünüp öfkeye kapılmaz.
    "Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır." (Nisa Suresi, 124)
  • Sadece Allah(c.c)'tan korkar.
    "
    (Öteki her türlü) gizli konuşmalar yalnızca şeytanın işidir, o ki inananlara bu şekilde üzüntü verir; ama Allah’ın izni olmadıkça onlara hiçbir zarar veremez; inananlar yalnızca Allah’a güvensinler!" (Mücadele Suresi 10)

Rabbim tam teslim olanlardan olmamızı nasip etsin, uzattım hakkınızı helal edin,daha yazmak istiyordum ama çok uzun oldu belki daha sonra inşAllah, dualarınızı unutmayın bu aciz,zayıf arkadaşınıza, sizler de duamdasınız..


Teslimiyet'le ilgili bazı ayetler;

De ki; 'Ey mülkün sahibi Allah'ım, sen mülkü (egemenliğin iktidarı) dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini üste çıkarır, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir, senin gücün herşeye yeter. (Al-i imran Suresi 26.ayet)


Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele ! Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, «Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz,» derler. (Bakara Suresi 155-156.ayet)


De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.(En'am Suresi 162.ayet)


Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.(Ra'd Suresi 22.ayet)


Hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni,doğruya daha yakın olana eriştirir."de.( Kehf Suresi 23-24.ayet)







27 Ekim 2012 Cumartesi

Arefe günü için yazdıklarım


Bugün arefe günü olması sebebiyle mezarlıkta ziyaretçi akını vardı, biz de gittik suyumuzu döktük dualarımızı ettik ölümü hatırladık ve ibret aldık inşAllah. Ama şöyle bir olaya tanık oldum ve üzüldüm;
Orta yaşlı amca ve eşi ve genç kızı vardı,mezarın başında dikilmişler amcam telefondan açmış Yasini onu dinliyorlar. Acaba dedim Kur'an mı bilmiyorlar,hiç sanmam ki bir mü'minin Kur'an bilmemesi ben
ce doğru değildir..Kur'an okumaya üşeniyoruz,dua etmeye üşeniyoruz, ibadetler desen zaten arada sırada yapılıyor hatta yapılmıyor, "hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz" :(

Ölümü unutmaya çalışıyoruz,nefsine uyan insanlar Sarhoşlukla ya da eğlencelerle kendini avutmak ister, kendiyle hesaplaşmaz, muhasebeden kaçar. Tıpkı deve kuşu gibi başını kuma sokar ki avcı onu görmesin, ama koca gövdesi dışarıdadır. Yine de avcıya hedeftir, sarhoşlukla ölümü düşünmemekle başımızı kuma soksak bile, Ecel yine de bizi görüyor...Rabbim hakikatleri anlamayı nasip etsin,dualarımızı kabul etsin,ahirete göçmüş tüm yakınlarımızın günahlarını affetsin ve Cennet'ine koysun inşallah.Şimdiden herkesin Kurban bayramını kutlar,Sağlıklı hayırlı huzurlu bayramlar dilerim:)

"En hayırlı genç odur ki;ihtiyar gibi ÖLÜMÜ düşünüp âhiretine çalışarak,gençlik hevesatına(heveslerine) esir olmayıp gaflette boğulmayandır." RNK

Her Koşulda Şükredebilmek..


Geçenlerde yürüyüşe çıkmıştım kafa dağıtmak için..Kafamı dağıtacağım ya etrafa daha dikkatli bakar olmuştum, sonracığıma bi müstakil evin önünden geçiyordum ki perdesi yoktu dikkatimi çekti,içerisi gözüküyordu ve içi eski eşyalarla hatta fazla olmayan eşyalarla doluydu,düşündüm; bizlerde perdemiz eskidi diye yeni model arayışına giriyoruz daha yırtığı bile olmadan, perdesi bile olmayanları gör/e/meyerek..

Neyse ilerledim az ilerde tekerlikli sandalyede küçük bir kız vardı,annesine birşeyler anlatıyordu, gözleri gülüyordu, düşündüm; biz yüzümüzde sivilce, başımızda ağrı vs hastalık durumlarında Allah'ım neden böyle diye isyan konumuna geliyoruz, gelip gidecek şeyler için..O kız belki hiç yürüyemeyecek ama bizim kadar isyan etmiyor :( Rabbim Sağlığın kıymetini kaybetmeden anlayanlardan olmayı nasip etsin..

Bir de benim bir tanıdığım var, fazla kıyafeti yoktur almaz ihtiyaçta duymaz ve hep şükreder, şalı ayrı renktir eteği ayrı,uyum aramaz marka aramaz moda aramaz ve bu haline hep şükreder,giyebileceği bir üstü olduğu için..düşündüm; ben her üstüme aynı renk şal,takı ayakkabı vs.almak istiyorum ve olmayınca da üzülüyorum, şükredecek o kadar çok şeye sahipken, bir hamalın bir ipliğin hesabını bile verememişken..

Sonracığıma hani anne babasına saygısız olan biz gençler var ya, bence bizler ne büyük bir nimete sahip olduğumuzu bilmeliyiz, onlar bizi yaşatmakla yükümlü ama bize köle olmakla yükümlü değiller.Ve eğer bi bebeğe bir gün bakma fırsatınız olduysa eğer ebeveynimizin bizi bu yaşa getirirken ne zorluklar yaşadığını ve hala şefkatle size nbaktığını görebilirsiniz. Allah korusun ailenizin olmadığını düşünün? O zaman annem olsa doya doya sarılsam, babam olsa elini öpsem dersiniz,ben biliyorum, o yüzden kaybetmeden değerlerini anlayalım nolur kötü davranmayalım ben görüyorum çok üzülüyorum:( Onlar bizim velinimetimiz lütfen Ailemize(kardeşlerde dahil) saygıda sevgide kusur etmemeye çalışalım, Allah(c.c)onlara layık bir EVLAT olabilmeyi nasip etsin..

Bir de hani durumları iyi olmayanlar var ya onlar üzülmesin,zengin olayım diye paraya köle olmasın, hırslanmasın. Asıl zenginliğik çok şeye sahip olmak değil; az şeye ihtiyaç duymaktır. Yani sen görebiliyorsun,yiyebiliyorsun,koşabiliyorsun,tutabiliyorsun yani sağlığın var en zengini sensin! Bir de giyeceğin,yiyeceğin mi var,daha zenginsin.Bir de telefonu bilgisayarı olmayanda yok, daha ne istiyoruz ki? Düşününce ne kadar doyumsuz,nankörüz diyorum kendimce, hangi birinin hakkını vereceğiz daha şükretmesini bilemeden..

Yazıyı uzattım ama bu üzüldüğüm konuları dile getirmek,paylaşmak, düşüncenizi almak istedim hakkınızı helal edin.Kısaca bizim az yaptığımız,değerini bilmediğimiz birkaç şeyden söz etmek istedim; Şükür,Sevgi-Saygı,Sağlık.. Allah şükreden(sahip olduklarının değerini bilen,aza kanaat eden,küçük birşey de aksilik de isyan etmeyen) kul olmayı nasip etsin, amin..

Yaşlı Çift


Bir gazeteci yaşlı çifte şöyle sordu:
65 yıl nasıl bir yastığa baş
koydunuz?
Yaşlı kadın şöyle cevap verdi;

"Bizler yırtık elbiselerin
yamandığı, söküklerin dikildiği,
kırıkların tamir edildiği
bir zamanda doğduk,

kullanılıp atıldığı ve yerine
yenisinin alındığı bir zamanda
değil."